Sayfalar

13 Mart 2012 Salı

Yaşamımızda Elektrik Slayt

Yaşamımızda Elektrik

Sunudan kısa bir kesit;


Her grup ders kitabı 1. etkinlik için test devresi hazırlayacak. Öğrenci Hazırlığı : Bir sonraki ders sınıfa kablo, fiş ve priz getir. Öğretmen Hazırlığı : Bir sonraki ders


>>>Devamı için aşağıdaki adresi kullanarak sunumun tamamını bilgisayarınıza indiriniz.

Yazar: ABDURRAHMAN ÇIĞRIK

Sunuda geçen konu ve anahtar kelimeler: yaşamımızda elektrik slayt, yaşamımızda elektrik ppt, hayatımızda elektrik sunum

--> FİZİK SUNUMLARI SAYFASINA DÖN <--

Yaşamımızda Elektrik Adlı Sunumu İndir

Coğrafi Keşifler Slayt

Coğrafi Keşifler

Sunudan kısa bir kesit;


        Doğudan başlayan ticaret yolları yüzyıllarca Avrupa'nın çeşitli ihtiyaçlarını karşılamada can damarı olmuştur. Özellikle bunlardan en önemlileri olan İpek ve Baharat yollarının Osmanlı Devleti'nin eline geçmesi, Avrupalıları yeni yollar aramaya sevk etti. Orta Çağ'ın sonuna kadar dünyanın pek çok yeri bilinmiyordu. İşte bu yeni yollar arama girişimleri sırasında pek çok yer ilk kez keşfedildi ve yeni ticaret yollan bulundu. Yeni Çağ'ın başlarında meydana gelen bu keşif olaylarına "Coğrafî Keşifler" adı verilir.

Çin'den başlayan İpek Yolu, Hazar Denizi'nde iki kola ayrılıyor, kuzey kolu Kırım limanlarında son bulurken güney kolu Karadeniz kıyılarından İstanbul'a ulaşıyordu.Diğer önemli bir yol olan Baharat Yolu ise Hindistan'dan başlıyor ve kuzeyde Suriye limanlarında, güneyde ise İskenderiye'de son buluyordu. Özellikle denizci İtalyan devletleri bu limanlardan aldıkları malları Avrupa'ya satıyorlardı. Bu yolların tamamının Osmanlı denetimine girmesi ve bir kaç el değiştiren malların pahalıya mal olması Avrupalıları yeni yollar aramaya sevketmiştir.
Orta Çağ'da Avrupalıların dünya hakkındaki bilgileri çok azdı. Avrupalılar, dünyayı tepsi gibi düz zannediyorlardı. Ortasında Kudüs'ün bulunduğuna inandıkları dünyanın kuzeyi buzlarla, güneyi ise kaynar sularla kaplıydı. Batıda sonsuz bir deniz, doğuda da Kaf dağları (Kafkas dağları) nın bulunduğuna ve onun ötesinde cinlerin yaşadığına inanırlardı. Özellikle Haçlı Seferleri ve daha sonraki ilişkiler ve seyyahların gezi notlarının incelenmesi sonrasında, Avrupalıların dünya hakkındaki bilgileri artmış, boş inançlar yıkılmıştır.  Özellikle Venedikli seyyah Marco Polo doğu üzerine Çin'e kadar büyük bir seyehat yaptı (1271 - 1295). Bu seyahati sırasında yazdığı, doğu ülkelerinin hem zenginliklerini, hem de coğrafyasını anlattığı "Garibeler Kitabı" adlı eseri, Avrupalılar üzerinde büyük etkiler meydana getirmiştir.
Marko Polo
İlk kez Çinliler tarafından icat edilen pusula, Haçlı Seferleri sırasında Avrupa'ya geçmiştir. Kristof Kolomb'un pusulanın sapma açısını düzeltmesiyle artık yönlerini kaybetme korkusundan kurtulan Avrupalılar, okyanuslara daha rahat ve korkusuzca açılmaya başladılar.
     
Cristobal Colon
  Eskiden kullanılan kadırgaların geliştirilerek 30 metre uzunluğunda, üç direkli beş yelkenli ve okyanuslara daha dayanıklı Karavel tipi gemilerin yapılması okyanuslara açılmada insanların cesaretini artırdı.

Orta Çağ'da Avrupalılar, Atlas okyanusunun içinde gemileri çeken çok büyük girdapların olduğu ve bu sularda dolaşan gemicilerin zenciye dönüşecekleri gibi hurafelere inanırlardı. Ancak doğu ile olan ilişkiler ve coğrafya bilgisinin ilerlemesi bu gibi inançların yıkılmasına neden olmuştur.

  Portekizli Bartelmi Dias Afrika'nın güney ucuna ulaşarak Ümit Burnu'nu buldu (1487).
İspanyol asıllı Kristof Kolomb, İspanya'nın Palas limanından hareket edip Atlas Okyanusu'nu aşarak Amerika Kıtası'nı buldu (1492). Ancak burasını Hindistan zannettiğinden batısındaki Bahama takımadalarına Batı Hint Adaları, halkına da Hintliler adını verdi. Daha sonraları Amerika Kıtası'na üç sefer daha yaparak kıtanın orta ve güney kesimlerini de keşfetti. Ancak yeni bir kıta keşfettiğini anlayamadan öldü.

 Portekizli Vasko do Gama Ümit Burnu'nu dolaşarak Hindistan'a vardı (1498). Bu tarihten itibaren Portekizliler Hint Okyanusu'na hâkim olmaya başladılar. Böylece Hindistan'dan gelerek Süveyş'te sona eren Baharat Yolu yön değiştirerek Ümit Burnu Yolu hâline geldi ve Portekiz egemenliğine girdi. Bu gelişme Hint sularında Osmanlı - Portekiz mücadelesini başlatmıştır.

Bu tarihten itibaren Portekizliler Hint
   Kristof Kolomb'un ölümünden kısa bir süre sonra İtalyan gemici Ameriko Vespuçi, Amerika'nın Hindistan değil yeni bir kıta olduğunu dünyaya ilân etti ve kıtaya onun adı verildi "Amerika" (1507).      
•  1519'da Portekiz asıllı Macellan tarafından başlatılan batıya seyahat Del Kano tarafından tamamlanarak (1522) dünyanın yuvarlak olduğu ilk kez ispatlanmıştır.
     
  Başlangıçta Portekizliler ve İspanyollar tarafından başlatılan Coğrafî Keşifler, özellikle İngilizler, Fransızlar ve Hollandalılar tarafından tamamlanmıştır.


        •  Hristiyanlık yayıldı. Buna karşılık dünyanın düz olduğu gibi pek çok yanlış bilgi aktaran din adamlarına olan güven azaldı.     •   Keşfedilen yerlerde yetişen domates, vanilya, patates, tütün, kakao gibi bitki türleri ile Avrupalılar ilk kez tanıştı.     •   Avrupalıların, keşfettikleri yerleri sömürgeleştirmesiyle Sömürgecilik Dönemi başladı.    
   •   Keşifler, ticaret yollarının değişmesine neden oldu. Hint Deniz Yolu'nun bulunmasından ve Amerika'nın keşfinden sonra Akdeniz limanları ile Baharat ve İpek Yolu eski önemini kaybederken Hint Okyanusu kıyısındaki limanlar önem kazandı.        •   Yeni keşfedilen ülkelerde bol miktarda bulunan altın ve gümüş gibi değerli madenler Avrupa'ya getirildi. Avrupa'da ticaretle uğraşan kişiler (Burjuva sınıfı) zenginleşti. Tüccarların, soyluların ellerinde bulunan toprakları satın almalarıyla soylular eski güçlerini kaybettiler.      
           •   Keşfedilen yerlere, özellikle Amerika'ya Avrupa'dan pek çok insan göç etti. Avrupa kültür ve uygarlığı yeni yayılma alanları buldu.        •   Amerika'nın eski bir medeniyet merkezi olduğu öğrenildi.        •   Zenginleşen Avrupalılar, kültür ve sanat hareketlerini desteklediler. Böylece, Avrupa'da Rönesans'ın doğmasına ortam hazırlamış oldu.        •   Coğrafî Keşiflerle ticaret yollarının değişmesi sonucunda Osmanlı Devleti ekonomik yönden büyük gelir kaybına uğradı.


HAZIRLAYAN:

SİNAN EROĞLU

SINIFI:7/B



>>>Devamı için aşağıdaki adresi kullanarak sunumun tamamını bilgisayarınıza indiriniz.

Yazar: Sinan EROĞLU

Konuyla ilgili aramalar: coğrafi keşifler sunum , coğrafi keşifler ppt , coğrafi keşifler slayt

--> TARİH SUNUMLARI SAYFASINA DÖN <--

Coğrafi Keşifler Adlı Sunumu İndir

11 Mart 2012 Pazar

Atatürkün Liderlik Özellikleri Slayt

Atatürkün Liderlik Özellikleri

Sunudan kısa bir kesit;


ATATÜRKÜN LİDERLİK ÖZELLİKLERİ (kendi görüşlerinden)
Prof.Dr Hikmet Özdemir’in kitabından

BU SUNUDA
Atatürk’ün Avrupa’ya bakışını
Times gazetesine verdiği mülakatı
Demokrasi ve devrimler hakkında görüşlerini
Devrimleri için kararlılığını
Doğu-batı hakkında düşüncelerini
Nasıl bir sistem istedeğini
     Sadece kendi sözlerinden öğreneceksiniz



LİDERLİK bir özellikte çok iyi olmak değil, tüm özelliklerin toplamında çok iyi olmak ve karizmasıyla bu özellikleri kendine özgü bir biçimde bütünleştirmektir.                                 Adnan Nur Baykan
Liderin başlıca özelikleri
İnsan kitlesi
Kitledeki insanlar arasında iletişim sağlaması
Kitleyi bir amaca motive etmesi
Bireylerin öznel çabalarını kontrol etmesi, kalabalığı ve onun amaçlarını simgelemesi
Danışılan, bağdaştıran, hakem olan kişi olması                                  
                                             
                                             Morris and Seman
Lider dahi olmalı mıdır?
   Atatürk diyor ki:

   Dahi odur ki ileride herkesin kabul ve takdir edeceği şeyleri ilk ortaya koyduğunda herkes onlara delilik der.



                                Yusuf Hikmet Baynur,Atatürk’ün Hayatı ve Eserleri
Atatürk’ün Kahramanları
Emir Timur
Sultan Fatih
Napolyon ve İskender'e benzetilmesinden de hoşlanmazdı.
“Ben manevi miras olarak hiç bir nass-ı kati hiç bir doğma, hiç bir donmuş ve kalıplaşmış düstur bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü müşkülat önünde, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi tasdik edeceklerdir.”
“Zaman süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telakkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada ,asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek,aklın ve ilmin gelişimini inkar etmek olur. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel minval üzerinde akıl ve ilim rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.”
     ABD den siyaset bilimci Rustow diyor ki
“ Nutuk’un verdiği izlenimin aksine , Atatürk’ü lider kılan şaşmaz ileri görüşlülüğü değil , tükenmez fikri icat kabiliyetidir. Beklenmeyen fırsatlar ortaya çıktığında onları yakalamasını bilmiştir.”
BİR- ÇALIŞKAN ,AKILCI VE CESUR OLMAK
1950 yılında Afet inan, Atatürk'ün bazı karakter özelliklerini şu şekilde sıralamıştır
1.Felâket karşısında soğukkanlılık.
2.Okuma ve çalışma kudreti.
3.Bir insanla onun hakkında bilgi edinmiş olarak konuşmak.
4.Yaptıklarıyla övünmekten ziyade yapacaklarını düşünmek.
5.Muvaffak olmak.

Yine Afet inan, Atatürk'ün başarı formülünü Onun sözleriyle açıklamıştır:
"Bir insan, hayatında, büyük bir muvaffakiyet gösterebilir. Fakat yalnız onunla övünerek kalmak isterse, o muvaffakiyet de unutulmaya mahkûm olur. Onun için çalışmak ve daima muvaffakiyet aramak, herkes için esas olmalıdır.
İKİ - VATANINA VE ULUSUNA KENDİNİ ADAMAK
“Ben gerektiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim.”
“Hayatımın bütün safhalarında olduğu gibi, son zamanların buhranları ve felâketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki, her türlü huzur ve istirahatımı, her nevi şahsî duygularımı milletin selâmetine ve saadeti namına feda etmekten zevk almış olmayayım. Gerek askerî hayatımda ve gerekse siyasî hayatımın bütün devir ve safhalarını işgal eden mücadelelerimde daima rehberim olarak millî iradeye dayanarak milletin ve vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur.”

“Eğer mensup olduğum milletin şanı, şerefi varsa ben de şanlı ve şerefliyim. Aksi takdirde içinizden herhangi bir adam çıkar da şan ve şeref arkasından koşar ve sivrilmek isterse biliniz ki, o başınıza beladır, beladır, beladır. Millet bu gibilerine asla müsaade etmemelidir.”
ÜÇ - GÜCÜNÜ ULUSTAN VE ONUN TEMSİLCİSİNDEN ALMAK
“Ben zannediyorum ki, millet fertlerinden hiçbirinden fazla yüksekliğe sahip değilim. Bende fazla bir girişim görüldüyse bu benden değil, milletin bileşkesinden çıkan bir girişimdir. Sizler olmasaydınız, sizlerin vicdanî eğilimleriniz bana dayanak noktası olmasaydı; bendeki girişimlerin hiçbiri olmazdı.”

“Memleket ve milletin kurtuluşu ve saadeti için çalışmaktan başka bir maksadım yoktur. Bu, insan için kâfi bir sevinç ve haz temin eder. Şahsî, ailevî huzur ve saadet milletin huzur ve saadetiyle kaimdir.”
DÖRT - DOĞRU ZAMANDA DOĞRU KARAR ALMAK VE UYGULAMAK
   Atatürk, mizaç ve yetişme bakımından soyut bir düşünürden çok bir eylem adamıdır. Fakat eylemlerini uzun boylu düşünmüş ve düşüncelerini de harikulade bir şekilde ifade etmeyi becermiştir.

                               Gordon R. Sullivan
Kara Kuvvetleri Komutanı 1996 ABD
BEŞ-SAVAŞI VE BARIŞI PLANLAMAK VE YÜRÜTMEK
"Yolunda yalnız olmayacaksın. Orada aynı hedefi takip eden başkaları ile beraber yürüyeceksin. Bu hayat yarışında, diğerleri kabiliyetleri itibariyle sizi geçebilirler. Bir başarı elinizden kaçabilir. Bundan dolayı onlara kızmayınız ve elinizden geleni yapmışsanız, kendi kendinize de kızmayınız. Asıl mühim olan başarı değil, gayrettir, insanın elinde olan ve onu memnun eden ancak gayrettir."
Büyük Nutuk'ta, bu gizli oturumda tekâlif-i milliye emirleriyle ilgili olarak söylediklerini şöyle aktarmıştır
"Birtakım efendiler de; 'Başkumandan, millete angarya yaptırıyor, oysa kanunlar ülkede parasız zorla iş yaptırmayı yasaklamışlardır,' demişlerdir. Bu doğrudur efendiler; ama ihtiyaç, tehlike bize her şeyi göstermektedir. Ordunun ihtiyaçları millete parasız zorla iş yaptırmayı gerektiriyorsa, bunu yapıyoruz ve en doğru kanun, budur. Milletin ve ordunun yenilmemesi için, kanun buna manidir diye lüzumlu gördüğüm tedbiri almakta tereddüt etmeyeceğim."
ALTI -  DÜŞÜNCELERİNİ ULUSLA PAYLAŞMAK, ULUSU   DİNLEMEK VE POPÜLİZMDEN UZAK DURMAK -İLETİŞİM-
1923-1938 yıllarında, 15 yılda, o günkü ulaşım koşullarında 448 seyahat (yılda ortalama 30 yurt içi gezi) yapmıştır.

"Milleti aldatmayacağız! Millete, daima ve daima gerçeği söyleyeceğiz. Belki hata ederiz, yanlış şeyleri gerçek zannederiz. Fakat millet onu düzeltsin."
"Birbirimize daima gerçeği söyleyeceğiz. Felâket ve saadet getirsin, iyi ve fena olsun, daima gerçekten ayrılmayacağız."
Falih Rıfkı Atay'ın aktardığı ilginç bir bilgi şöyledir
"Cumhuriyetin ilânının on ikinci yıldönümü için büyük dövizler hazırlanmıştı: 'Atatürk bizim en büyüğümüzdür', "Atatürk bu milletin en yükseğidir', 'Türk milleti asırlardan beri bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı' gibi.
"Dövizler listesini gözden geçiren Atatürk, hepsini çizdi, şunu yazdı: 'Atatürk, bizden biridir.”
" Ben düşündüklerimi sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda lüzumlu olmayan bir sırrı kalbimde taşımak iktidarında olmayan bir adamım. Çünkü ben bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın önünde söylemeliyim. Yanlışım varsa halk beni tekzip eder. Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni tekzip ettiğini görmedim."
devrime karşı koyanlar hakkında
   “Eğer onlar hakkında yani devrime karşı koyanlar, hakkında ne düşündüğümü bilmek isterseniz, derim ki ben şahsen onların düşmanıyım. Onların ileri atacakları her adım yalnız benim şahsıma  değil,  milletimin  kaderine  karşı bir saldırıdır.  Böyle  bir saldırıyı yapanların karşısında  Meclis bulunmazsa, kanunlar bulunmazsa, bütün arkadaşlarım beni terk etse ben yalnız kalsam, onlara karşı yine yürürüm, yine öldürürüm.”
Atatürk baş kesmekten söz ediyor
    l Kasım 1922 günü, Meclis toplantısında Padişahlık konusu tartışılmaktadır. Önergeler üç komisyonun ortak toplandığı bir karma komisyon tarafından incelenmektedir. Atatürk, Hoca Müfit Efendi'nin başkanlığında toplanan karma komisyonu bizzat izlemek gereğini duymuştur. Bu komisyonda üyeler, padişahlık ile halifeliğin birbirinden ayrılamayacağını öne sürmektedirler. Atatürk anlatıyor:

 
"Biz çok kalabalık olan bu odanın bir köşesinde tartışmaları dinliyorduk. Bu tarz görüşmelerin, istenilen sonuca varmasını beklemek boşunaydı. Bunu anladık. Nihayet, Karma Komisyon Başkanı'ndan söz istedim. Önümdeki sıranın üstüne çıktım. Yüksek sesle şunları söyledim: 'Efendim, dedim, egemenliği hiç kimse, hiç kimseye, bilim gereğidir diye, görüşmeyle tartışmayla veremez. Egemenlik, güçle, iktidarla, zorla alınır. Osman oğulları, zorla Türk ulusunun egemenliğine ve saltanatına el koymuşlardı. Bu tutumlarını altı yüz yıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk Ulusu bu saldırganlara, artık yeter diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini ve saltanatını, kendi eline fiilî olarak almış bulunuyor. Bu bir olup-bittidir. Söz konusu olan, ulusa saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız bırakmayacak mıyız sorunu değildir. Sorun zaten gerçekleşmiş olan bir olayı kanunla saptamaktır. Bu, ne olursa olsun yapılacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi doğal karşılarsa, benim fikrime göre uygun olacaktır. Aksi takdirde, bu gerçek, usulüne göre kabul edilecektir. Ama belki birtakım kafalar kesilecektir."
YEDİ - SAĞLAM BİR TARİH BİLGİSİYLE ZAMANIN ÖNÜNDE KOŞMAK
  Ünlü romancı Peyami Safa'nın yaklaşımı ise şöyledir:
"Kitaptan ve hayattan doğan ihtilaller vardır. Birincilerin hareket noktası ideal, ikincilerin hareket noktası realitedir."
SEKİZ -  EKONOMİDE ÖNCÜLÜK
Lider, 1923 yılında İzmir iktisat Kongresi'nin açılışında ekonomi alanında seferberlik ilanını şu şekilde açıklamıştır

"Fatihler Türk ulusunu peşlerine takarak kılıçla ülkeler alırken, kılıç sallayıp dururken ele geçen ülkelerin halkı kazandıklarını bağışlar ve ayrıcalıklarla sapana yapışıp toprak üzerinde çalışıyorlardı. Kılıçla toprak alanlar sapanla toprak işleyenlere yenilmek ve sonunda yerlerini onlara bırakmak zorundadırlar. Osmanlıların başına gelen de budur işte! Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Romenler sapanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar, güçlenmişler, bizim ulusumuz da böyle fetihlerin arkasında sergerdelik etmiş ve kendi yenik ve bitik düşmüştür. Bu bir gerçektir ki, tarihin her döneminde ve dünyanın her yerinde böyle olagelmiştir. Nitekim Fransızlar, Kanada'da kılıç sallarken oraya ingiliz çiftçisi yerleşivermiştir. Bu uygar sapanla dövüşçü kılıç savaşmasında en son kazanan sapan olmuştur. Sapan, Kanada'yı kılıcın elinden almıştır. Kılıç, kullanan kol yorulur, er geç kılıcı kınına koyar ve kılıç da kınında paslanır gider, ama sapan kullanan kol gün geçtikçe daha da güçlenir, güçlendikçe de daha çok toprağı alır ve işler."
DOKUZ - ORDU'YU YURTTAŞLARIN EĞİTİMİ SÜRECİNE KATMAK
Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal, 22 Şubat 1931 günü Konya Orduevi'nde ordunun millet hayatındaki yerini şöyle anlatmıştır
"Bütün tarih bize gösteriyor ki, milletler yüksek hedeflere ulaşmak istediği zaman, bu galeyanları karşısında üniformalı çocuklarını bulmuşlardır. Tarihin bu umumiyeti içinde yüksek bir istisna bizim tarihimizde, Türk tarihinde görülür. Bilirsiniz ki, Türk milleti, ne vakit yükselmek için adım atmak istemişse, bu adımların önünde daima rehber olarak, daima yüksek ideali gerçekleştiren hareketlerin öncüsü olarak kendi kahraman çocuklarından mürekkep ordusunu görmüştür."
ON - LAİK, CUMHURİYETÇİ VE KATILIMCI YÖNETİMİ ARAMAK
Lider, 27 Ekim 1922 günü Bursa'da Sedbaşı'nda İstanbul öğretmenlerine yakın gelecekle ilgili düşüncesini şöyle açıklamıştır
"Hiçbir   mantıkî   delile   dayanmayan   birtakım   ananelerin, akidelerin muhafazasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç, çok geç olur; belki de hiç olmaz, ilerlemede kayıt ve şartlan aşamayan milletler hayatı makul ve pratik düşünemez. Hayat felsefesini geniş gören milletlerin hâkimiyeti ve esareti altına girmeye mahkûmdur."
"Ulusal egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Ulusların tutsaklığı üzerine kurulmuş kurumlar her yanda yıkılmaya mahkûmdurlar."

Türkiye'nin   modern   tarihinde,    orduyu    siyaset kurumundan uzaklaştıran ilk liderdir.
"Bence muhalefet hürmete değerdir. Çünkü o da bir çalışmanın ürünüdür. Fakat edilecek itirazlar makul ve mutedil ve meşru sebeplere dayanmazsa değersiz olur.“

  Mustafa Kemal Paşa, 11 Aralık 1924 tarihli Times gazetesine siyasî partiler konusundaki görüşünü şöyle açıklamıştır
 "Millî hâkimiyet esasına dayanan ve bilhassa cumhuriyet idaresine sahip bulunan memleketlerde siyasî partilerin varlığı tabiidir. Türkiye Cumhuriyeti'nde de, birbirine rakip partiler meydana geleceğine şüphem yoktur."
Falih Rıfkı Atay -ki harf inkılâbının en yakın tanığı anlatmaktadır

Atatürk bir diktacı mı, bir hürriyetçi mi idi? Bir akşamüstü birlikte Saray burnu Parkına gitmiştik. Bir aralık: 'Kimde küçük bir defter var?' dedi. Sanırım garsonlardan biri kendisine bir küçük cep defteri uzattı. Bir şeyler yazdığını görüyorduk. Biraz geçtikten sonra: 'Bunları sana okutacağım, gözden geçir!' diye karaladığı sayfaları bana uzattı. Baktım, yazı benim Ankara'daki komisyondan getirdiğim yeni Latin alfabesi ile! Binlerce kişiye Atatürk'ün Türk yazısını temelden değiştiren sözlerini okudum. Coşkunca bir alkıştır, koptu, iki gün sonra da Anadolu yolculuğuna çıkarak halka yeni yazı dersleri verdi. Bu tepeden inme bir olupbitti idi. Büyük Millet Meclisi'nin bile haberi yoktu. Metodun diktatörce olduğuna şüphe edilemez.”
Atatürk'e göre, "Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve izmihlal (yok olma) vardır; her terakkinin (ilerlemenin) ve kurtuluşun anası hürriyettir."
ONBİR - GERÇEKÇİ VE BİLGİYE DAYALI MİLLİYETÇİLİK (=MİLLİ SİYASET)
Prof. Cavit Orhan Tütengil'e göre,  Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı 'kültür milliyetçiliği' olarak nitelendirilebilir. Başlıca özellikleri, 'mistik' değil 'realist', 'romantik' değil 'rasyonalist' oluşu ve 'irredentisme'e yer vermeyişidir. Öte yandan, Atatürk öğretisinin temel taşı olan laiklikle bütünleşme halinde bulunduğu için de, yaygın milliyetçilik anlayışına aykırı olarak 'din' faktörü, Atatürk milliyetçiliğinin dışında bırakılmıştır. Ayrıca 'ırk' faktörü de bu milliyetçilik anlayışının dışında kalmıştır.
"Ulusumuzun, güçlü, mutlu ve sağlam bir düzen içinde yaşayabilmesi için, devletin bütünüyle millî bir siyaset gütmesi ve siyasetin iç örgütlerimize tam uyumlu ve dayalı olması gereklidir. Millî siyaset demekle anlatmak istediğim şudur: Millî sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak varlığımızı koruyup ulusun ve ülkenin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak; gelişigüzel, ulaşılmayacak istekler peşinde ulusu uğraştırmamak ve zarara sokmamak; uygarlık dünyasının uygarca ve insanca davranışını ve karşılıklı dostluğunu beklemektir."
"Artık duramayız, behemehal ileri gideceğiz. Geriye ise hiç gidemeyiz. Çünkü ileri gitmeye mecburuz. Millet açıkça bilmelidir. Medeniyet öyle bir ateştir ki, ona bigâne olanları yakar ve mahveder, içinde bulunduğumuz medeniyet ailesinde lâyık olduğumuz yeri bulacak ve onu muhafaza ve ilân edeceğiz. Refah, saadet ve insanlar buradadır."
"Millete şunu da ihtar ettim ki, kendimizi cihanın hâkimi zannetmek gafleti, artık devam etmemelidir. Hakikî mevkiimizi, dünyanın vaziyetini tanımamaktaki gafletle, gafillere uymakla milletimizi sürüklediğimiz felaketler yetişir! Bile bile aynı faciayı devam ettiremeyiz!”
Mustafa Kemal Paşa, 14 Ağustos 1920 günü Erzurum Mebusu Durak Bey ve arkadaşlarının Kazım Karabekir Paşa'nın yönetiminde Şark Cephesi Kuvvetleri'nin saldırgan Ermenilere karşılık vermeyişi iddiasıyla ilgili bir soru önergesi üzerine şunları söylemiştir

"Vakıa bize milliyetçi derler, fakat biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği içindeki bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların bütün milliyetlerinin icabetini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz her halde hodbinane ve mağrurane bir milliyetçilik değildir.”

ONİKİ - HER ALANDA UYGAR DÜNYADA YARIŞMAK (MİLLİ ÜLKÜ)
Gazi, bir gün Meclis kürsüsünde asrîleşmekten söz ederken, bir mebus biraz da itiraz anlamına gelecek şekilde, 'Paşam asrî olmak ne demektir?' diye sorduğunda, derhal, 'Asrî olmak demek, adam olmak demektir!' cevabını vermiştir.
 Atatürk, 27 Eylül 1923 günü Neue Freie Presse muhabirine şöyle konuşmuştur

“Doğu ve Batı'dan, birbirine düşman iki ülke ve birbirine zıt iki düşünce biçimi olarak söz edilecekse, bu düşmanlığın kaynaklarını Avrupa'da aramak yerinde olur. Türk halkına daha iyi hükmetmek ve her türlü hür iradenin baskısı altına almak istedikleri için, imparatorluk döneminde padişahların, halkın Avrupa ile olan en ufak temasını gayretli bir biçimde engelleme­ye çalıştıkları doğrudur. Ama biz Türk milliyetçileri çevremize bulanık olmayan gözlerle bakıyor, yurt içinde dışındaki tüm olayları ve gelişmeleri dikkatle izliyoruz. Halkımızın diğer kültür toplumlarıyla olan bağını mümkün olduğunca sağlamanın kendi lehine olacağının bilincindeyiz. Biz Avrupa ile olan karşılıklı ilişkilerimizi hiçbir şekilde engellemek niyetinde değiliz, aksine bu ilişkilerin hızlı ve zamanında gelişmesini sağlamak için elimizden gelen her şeyi yapmak istiyoruz. Bizim bu tutumumuz Türk eksenofobisinin büyük bir yanılgı olduğunu açık seçik ortaya koyuyor."
Lider, 29 Ekim 1923 günü Fransız gazeteci Maurice Pernot'ya da şunları söylemiştir

" Yabancı düşmanlığı noktasına gelince; şu bilinsin ki, biz ecnebilere karşı herhangi düşmanca bir his beslemediğimiz gibi onlarla dostça ilişkide bulunmak arzusundayız. Türkler, bütün medenî milletlerin dostlarıdır. Yabancılar memleketimize gelsinler, bize zarar vermemek, hürriyetlerimize müşkülat çıkarılmasına çalışmamak şartıyla burada daima hüsnü kabul göreceklerdir. Maksadımız yeniden dostluk kurmak, bizi başka milletlere bağlayan bağları güçlendirmektir. Memleketler muhteliftir, fakat medeniyet birdir ve bir milletin terakkisi için de yegâne medeniyete iştirak etmesi lâzımdır. Osmanlı İmparatorluğu'nun sükûtu, batıya karşı elde ettiği zaferlerden çok mağrur olarak, kendisini Avrupa milletlerine bağlayan ilişkileri kestiği gün başlamıştır. Bu bir hata idi, bunu tekrar etmeyeceğiz."

KAYNAKLAR
A.Süheyl Ünver, "Hocamız Atatürk", Sümerbank Dergisi 10 Kasım Özel Sayısı, (1964).
Adnan Nur Baykal, Mustafa Kemal Atatürk'ün Liderlik Sırları, (istanbul, Sistem Y., Kasım 2000).
Afet inan, "Kurtuluş Savaşının Bazı Belgeleri ve Atatürk'ün inkılâp Prensipleri" Belleten, Cilt XXXII, Sayı 128 (Ekim 1968).
Falih Rıfkı Atay, Atatürkçülük Nedir?(istanbul, Ak Y., 1966).
Mazhar Müfit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber, Ciltli, (Ankara, TTK Y., 1966).
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, "Kemalizm", Eubank Bülteni Atatürk Özel Sayısı, (Ankara, 1981).

>>>Devamı için aşağıdaki adresi kullanarak sunumun tamamını bilgisayarınıza indiriniz.

Yazar: Bilinmiyor

Konuyla ilgili aramalar: atatürkün liderlik özellikleri sunum , atatürkün liderlik özellikleri ppt , slayt

--> ATATÜRK SUNUMLARI SAYFASINA DÖN <--

Atatürk Liderlik Özellikleri Adlı Sunumu İndir

Atatürk Slayt

Atatürk

Sunudan kısa bir kesit;

ATATÜRK

 ATATÜRK'ün HAYATI
Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selânik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır.
Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet Efendi XIV-XV. yüzyıllarda Konya ve Aydın'dan Makedonya'ya yerleştirilmiş Kocacık Yörüklerindendir. Annesi Zübeyde Hanım ise Selânik yakınlarındaki Langaza kasabasına yerleşmiş eski bir Türk ailesinin kızıdır.
Milis subaylığı, evkaf katipliği ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, 1871 yılında Zübeyde Hanım'la evlendi. Atatürk'ün beş kardeşinden dördü küçük yaşlarda öldü, sadece Makbule (Atadan) 1956 yılına değin yaşadı.
Küçük Mustafa öğrenim çağına gelince Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde öğrenime başladı, sonra babasının isteğiyle Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti. Bu sırada babasını kaybetti (1888).
Bir süre Rapla Çiftliği'nde dayısının yanında kaldıktan sonra Selânik'e dönüp okulunu bitirdi. Selânik Mülkiye Rüştiyesi'ne kaydoldu. Kısa bir süre sonra 1893 yılında Askeri Rüştiye'ye girdi. Bu okulda Matematik öğretmeni Mustafa Bey adına "Kemal" i ilave etti.
1896-1899 yıllarında Manastır Askeri İdâdi'sini bitirip, İstanbul'da Harp Okulunda öğrenime başladı. 1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu., Harp Akademisi'ne devam etti. 11 Ocak 1905'te yüzbaşı rütbesiyle Akademi'yi tamamladı.
1905-1907 yılları arasında Şam'da 5. Ordu emrinde görev yaptı. 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu. Manastır'a III. Ordu'ya atandı. 19 Nisan 1909'da İstanbul'a giren Hareket Ordusu'nda Kurmay Başkanı olarak görev aldı. 1910 yılında Fransa'ya gönderildi. Picardie Manevraları'na katıldı. 1911 yılında İstanbul'da Genel Kurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başladı.
1911 yılında İtalyanların Trablusgarp'a hücumu ile başlayan savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev aldı. 22 Aralık 1911'de İtalyanlara karşı Tobruk Savaşını kazandı. 6 Mart 1912'de Derne Komutanlığına getirildi.
Ekim 1912'de Balkan Savaşı başlayınca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı. Dimetoka ve Edirne'nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü. 1913 yılında Sofya Ateşemiliterliğine atandı.
Bu görevde iken 1914 yılında yarbaylığa yükseldi. Ateşemiliterlik görevi Ocak 1915'te sona erdi. Bu sırada I. Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmek zorunda kalmıştı. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirdağ'da görevlendirildi.
1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı'nda, Mustafa Kemal Çanakkale'de bir kahramanlık destanı yazıp İtilaf Devletlerine "Çanakkale geçilmez! " dedirtti. 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen Conkbayırı'nda durdurdu.
Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseldi. İngilizler 6-7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda tekrar taarruza geçti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9-10 Ağustos'ta Anafartalar Zaferini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta II. Anafartalar zaferleri takip etti. Çanakkale Savaşlarında yaklaşık 253.000 şehit veren Türk ulusu onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bilmiştir. Mustafa Kemal'in askerlerine "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!" emri cephenin kaderini değiştirmiştir.
Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları'dan sonra 1916'da Edirne ve Diyarbakır'da görev aldı. 1 Nisan 1916'da tümgeneralliğe yükseldi. Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis'in geri alınmasını sağladı. Şam ve Halep'teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917'de İstanbul'a geldi. Velihat Vahidettin Efendi'yle Almanya'ya giderek cephede incelemelerde bulundu. Bu seyehatten sonra hastalandı. Viyana ve Karisbad'a giderek tedavi oldu. 15 Ağustos 1918'de Halep'e 7. Ordu Komutanı olarak döndü.
Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918'de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi. Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918'de İstanbul'a gelip Harbiye Nezâreti'nde (Bakanlığında) göreve başladı.
Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin Osmanlı ordularını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı. 22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını " ilan edip Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı. 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi'ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı.
. 27 Aralık 1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu. Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı.
Türk Kurtuluş Savaşı 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'I işgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması'nı imzalayarak aralarında Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşan I. Dünya Savaşı'nın galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis kuvvetleriyle savaşıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu kurdu, Kuvâ-yi Milliye - ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı.
Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Kurtuluş Savaşının önemli aşamaları şunlardır:
Sarıkamış (20 Eylül 1920), Kars (30 Ekim 1920) ve Gümrü'nün (7 Kasım 1920) kurtarılışı.
Çukurova, Gazi Antep, Kahraman Maraş Şanlı Urfa savunmaları (1919- 1921)
I. İnönü Zaferi (6 -10 Ocak 1921)
II. İnönü Zaferi (23 Mart-1 Nisan 1921)
Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921)
Büyük Taarruz, Başkomutan Meydan Muhaberesi ve Büyük Zafer (26 Ağustos 9 Eylül 1922)

Sakarya Zaferinden sonra 19 Eylül 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi. Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı. Böylece Sevr Antlaşması'yla paramparça edilen, Türklere 5-6 il büyüklüğünde vatan bırakılan Türkiye toprakları üzerinde ulusal birliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması için hiçbir engel kalmadı.
23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu müjdelenmiştir. Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı. 1 Kasım 1922'de hilâfet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu'yla yönetim bağları koparıldı. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet idaresi kabul edildi, Atatürk oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet'in ilk hükümeti kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ve "Yurtta barış cihanda
barış" temelleri üzerinde yükselmeye başladı.

Atatürk Türkiye'yi "Çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak" amacıyla bir dizi devrim yaptı. Bu devrimleri beş başlık altında toplayabiliriz:
1. Siyasal Devrimler: · Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922) · Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923) · Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)
2. Toplumsal Devrimler · Kadınlara erkeklerle eşit haklar verilmesi (1926-1934) · Şapka ve kıyafet devrimi (25 Kasım 1925) · Tekke zâviye ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925) · Soyadı kanunu ( 21 Haziran 1934) · Lâkap ve unvanların kaldırılması (26 Kasım 1934) · Uluslararası saat, takvim ve uzunluk ölçülerin kabulü (1925-1931)
. Hukuk Devrimi : · Mecellenin kaldırılması (1924-1937) · Türk Medeni Kanunu ve diğer kanunların çıkarılarak laik hukuk düzenine geçilmesi (1924-1937)
4. Eğitim ve Kültür Alanındaki Devrimler: · Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924) · Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928) · Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması (1931-1932) · Üniversite öğreniminin düzenlenmesi (31 Mayıs 1933) · Güzel sanatlarda yenilikler
5. Ekonomi Alanında Devrimler: · Aşârın kaldırılması · Çiftçinin özendirilmesi · Örnek çiftliklerin kurulması · Sanayiyi Teşvik Kanunu'nun çıkarılarak sanayi kuruluşlarının kurulması · I. ve II. Kalkınma Planları'nın (1933-1937) uygulamaya konulması, yurdun yeni yollarla donatılması
Soyadı Kanunu gereğince, 24 Kasım 1934'de TBMM'nce Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verildi.
Atatürk, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi, Devlet-Hükümet Başkanlığı düzeyindeydi. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi. 1927,1931, 1935 yıllarında TBMM Atatürk'ü yeniden cumhurbaşkanlığına seçti.
Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi. İlgililere aksayan yönlerle ilgili emirler verdi. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını, bakanlarını komutanlarını ağırladı.
15-20 Ekim 1927 tarihinde Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan büyük nutkunu, 29 Ekim 1933 tarihinde de 10. Yıl Nutku'nu okudu.
Atatürk özel yaşamında sadelik içinde yaşadı. 29 Ocak 1923'de Latife Hanımla evlendi. Birçok yurt gezisine birlikte çıktılar. Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü. Çocukları çok seven Atatürk Afet (İnan), Sabiha (Gökçen), Fikriye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra adlı kızları ve Mustafa adlı çobanı manevi evlat edindi. Abdurrahim ve İhsan adlı çocukları himayesine aldı. Yaşayanlarına iyi bir gelecek hazırladı.
1937 yılında çiftliklerini hazineye, bir kısım taşınmazlarını da Ankara ve Bursa Belediyelerine bağışladı. Mirasından kızkardeşine, manevi evlatlarına, Türk Dil ve Tarih Kurumlarına pay ayırdı. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi çok severdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine aşırı ilgisi vardı. Tavla ve bilardo oynamaktan büyük keyif alırdı. Sakarya adlı atıyla, köpeği Fox'a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Akşam yemeklerine devlet ve bilim adamlarını, sanatçıları davet eder, ülkenin sorunlarını tartışırdı. Temiz ve düzenli giyinmeye özen gösterirdi. Doğayı çok severdi. Sık sık Atatürk Orman Çiftliği'ne gider, çalışmalara bizzat katılırdı. Fransızca ve Almanca biliyordu.
ATATÜRK'ÜN SON YILLARI VE ÖLÜMÜ

Atatürk'ün ilk hastalık belirtisi 1937 yılında ortaya çıktı. 1938 yılı başlarında Yalova'da bulunduğu sırada, ciddî olarak hastalandı. Buradaki tedavi olumlu sonuç verdi. Fakat tamamen iyileşmeden Ankara'ya yaptığı yorucu yolculuk, hastalığının artmasına sebep oldu. Bu tarihlerde Hatay sorununun gündemde olması da onu yormaktaydı. Hasta olmasına rağmen, Mersin ve Adana'ya geziye çıktı. Kızgın güneş altında askerî birliklerimizi teftiş edip tatbikat yaptıran Atatürk, çok yorgun düştü. Ülkü edindiğimillî dava uğruna kendi sağlığını hiçe saydı.
Güney seyahati hastalığının artmasına sebep oldu. 26 Mayıs'ta Ankara'ya döndükten sonra tedavi ve istirahat için İstanbul'a gitti. Doktorlar tarafından, siroz hastalığı teşhisi kondu.

Deniz havası iyi geldiği için, Savarona Yatı'nda bir süre dinlendi. Bu durumda bile ülke sorunlarıyla ilgilenmeye devam etti. İstanbul'a gelen Romanya kralı ile görüştü. Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti.
4 Temmuz 1938'de Hatay Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi Atatürk'ü çok sevindirip moralini düzeltti. Temmuz sonlarına kadar Savarona'da kalan Atatürk'ün hastalığı ağırlaşınca Dolmabahçe Sarayı'na nakledildi. Fakat hastalığı durmadan ilerliyordu. O'nun hastalığını duyan Türk halkı, sağlığıyla ilgili haberleri heyecanla takip ediyor, bütün kalbiyle iyileşmesini diliyordu. Hastalığının ciddiyetini kavrayarak 5 Eylül 1938'de vasiyetini yazıp servetinin büyük bir kısmını Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarına bağışladı. Ekim ayı ortalarında durumu düzelir gibi oldu.
Fakat, çok arzuladığı hâlde, Ankara'ya gelip cumhuriyetin on beşinci yıl dönümü törenlerine katılamadı.

29 Ekim 1938'de kahraman Türk Ordusu'na yolladığı mesaj, Başbakan Celâl Bayar tarafından okundu. "Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk ordusu!" sözü ile Türk Ordusu'nun önemini belirtmiştir. Yine aynı mesajda "Türk vatanının ve Türk'lük camiasının şan ve şerefini, dahilî ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni, her an ifaya hazır ve amade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır" diyerek Türk Ordusu'na olan güvenini belirtmiştir.
Atatürk 1 Kasım 1938'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılış töreninde de bulunamadı. Hazırladığı açılış nutkunu Başbakan Celâl Bayar okudu. Atatürk bu nutkunda ülkenin imarı, sağlık hizmetleri ve ekonomi konularındaki faaliyetleri açıkladı. Bundan başka eğitim ve kültür konularına da temas edip gençliğin millî şuurlu ve modern kültürlü olarak yetişmesi için İstanbul Üniversitesi'nin geliştirilmesi, Ankara Üniversitesi'nin tamamlanması ve Van Gölü civarında bir üniversitenin kurulması için çalışmaların yapıldığını belirtti. Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarının çalışmalarından duyduğu memnuniyeti açıkladı. Ayrıca Türk gençliğinin kültürde olduğu gibi spor sahasında da idealine ulaştırılması için Beden Terbiyesi Kanunu'nun uygulamaya konulmasından duyduğu memnuniyeti belirtti. Atatürk, ölümüne kadar memleket meselelerinden bir an olsun uzak kalmamıştı
Atatürk'ün hastalığı tekrar şiddetlendi. 8 Kasımda sağlığıyla ilgili raporlar yayımlanmaya başlandı. Bütün memleketi tekrar derin bir üzüntü kapladı. Her Türk'ün kalbi onun kurtulması dileğiyle çarpıyordu. Ancak, kurtarılması için gösterilen çabalar sonuç vermedi ve korkulan oldu. Dolmabahçe Sarayı'nda 10 Kasım 1938 sabahı saat dokuzu beş geçe, insan için değişmez kanun, hükmünü uyguladı. Mustafa Kemal Atatürk aramızdan ayrıldı. Bu kara haberle, yalnız Türk milleti değil, bütün dünya yasa büründü. Büyük, küçük bütün devletler onun cenaze töreninde bulunmak üzere temsilciler göndererek, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusuna karşı duydukları derin saygıyı belirten mesajlar gönderdiler. 16 Kasım günü Atatürk'ün tabutu, Dolmabahçe Sarayı'nın büyük tören salonunda katafalka konuldu.
Üç gün üç gece, gözü yaşlı bir insan seli ulu önderine karşı duyduğu saygı, minnet ve bağlılığını ifade etti. Cenaze namazı 19 Kasım günü Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırıldı. On iki generalin omzunda sarayın dış kapısına çıkarılan tabut, top arabasına konularak, İstanbul halkının gözyaşları arasında Gülhane Parkı'na götürüldü. Buradan bir torpido ile Yavuz zırhlısına nakledildi. Büyük Ada açıklarına kadar, donanmamız ve törene katılmak için gelmiş olan yabancı gemilerin eşlik ettiği Yavuz zırhlısı cenazeyiİzmit'e getirdi. Burada Yavuz zırhlısından alınan cenaze, özel bir trene kondu. Atalarına son saygı görevlerini yapmak üzere toplanan halkın kalbinde derin bir üzüntü bırakarak Ankara'ya getirilmek üzere hareket edildi.
Atatürk'ün vefatı üzerine cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, bakanlar, Genelkurmay Başkanı, milletvekilleri ile ordu ve devlet ileri gelenleri tarafından karşılanan cenaze, Türkiye Büyük Mîllet Meclisi önünde hazırlanan katafalka kondu. Ankara halkı da onun cenazesi önünden saygıyla geçerek son görevini yaptı. 21 Kasım 1938 Pazartesi günü, sivil ve askerî yöneticiler ile yabancı devlet temsilcilerinin hazır bulunduğu ve on binlerce insanın katıldığı büyük bir tören yapıldı. Daha sonra Atatürk'ün tabutu katafalkta alınarak. Etnografya Müzesinde hazırlanan geçici kabre kondu. Türk milleti daha sonra, bu büyük insana lâyık, Ankara Rasattepe'de bir Anıtkabir yaptırdı. 10 Kasım 1953'te Etnografya Müzesinden alınan Atatürk'ün naaşı Anıtkabir'e getirildi. Burada yurdun her ilinden getirilmiş olan vatan topraklan ile hazırlanan ebedî istirahatgâhına yerleştirildi.

>>>Devamı için aşağıdaki adresi kullanarak sunumun tamamını bilgisayarınıza indiriniz.

Yazar: Duygu Koku

Konuyla ilgili aramalar: atatürk sunum , atatürk ppt , slayt

--> ATATÜRK SUNUMLARI SAYFASINA DÖN <--

Atatürk Adlı Sunumu İndir

Atatürk Slaytları


ATATÜRK KONULU SUNUMLAR

Atatürk - Slayt 1


Atatürkün Hayatı ve Kişiliği


Atatürkün Liderlik Özellikleri